MÜSADE ÖZDEMİR'İN web sitesine HOŞ GELDİNİZ... TÜRKÜ-ŞİİR TADINDA KEYİFLİ ANLAR DİLERİZ...
   
 
  Orası Mahrumiyet Bölgesi

 

 

  ...........Aylardan Ağustos, köyde hasat zamanı, havada titreşen sıcak

  dalgalar nefesimizi kesiyordu.. Çeşme başında, baş örtülerinin beyazı tozdan

  grileşen yazmalarıyla anneler tarla dönüşü boşalan testilerini

  dolduruyorlardı. Babalar ellerini yüzlerini yıkamak için sıraya girmişlerdi,

  sırtlarındaki kuruyan terler üzerine bulut çizilmiş resimleri andırıyordu.

  Pantolonlarındaki toprağı silkelerken yükselen tozlar, o an sırtlarındaki

  bulutların koparak göğe doğru yükselişini andırıyordu. Çocuklar anne ve

  babalarının eve dönüşlerini kutlarcasına havada gruplaşan sinek kümelerini

  elleriyle dağıtırken sağa sola koşturuyorlardı. Kimi göldeki kurbağalara taş

  atıyor, kimi yosunların aralarına çomak sokuyor, kimi dizine kadar çamura

  gömülmüş bataklıkta solucan arıyor, kimisi de acıkmış annesinin şalvarını

  çekiştiriyordu…Köy meydanındaki kalabalığın yüzlerindeki ifade, savaştan

  çıkmış yorgun askerleri andırıyordu.

 

  ............Babam çeşmede sıra bekliyordu, yanına gittim... Belli ki çok

  yorgundu, tarla dönüşü kirpiklerindeki tozlar üstüne kar yağmış ağaç dalları

  gibiydi… Çeşmenin gözesine ağzını dayarken, güneşten çatlamış ve şişmiş

  kocaman ellerinden alamadım kendimi. Babam nasırlı elleriyle saçımı

  okşadığında, saç tellerim nasırlardaki çatlaklara takılıverdi, yüzümü

  buruşturduğum an kısılıp küçülen gözlerimdi, oysa içimden hissettiğim acı

  bundan böyle büyüyecek olan merhametlerimdi…

  ............Babamın nasırlı elleriyle gösterdiği şefkat, varlığımın önemini

  kavradığım andı…

 

  ............Çeşme başında yalnız değildik. Köyün yaşlı emmileri; kiminin

  elinde orak, kiminin çapa, kimin de yaba vardı. Bellerine doladıkları

  çıkınları sapsarıydı. Çeşmede büyük taşın üstünde oturmuş, güneşten ağaran

  şapkalarını dizlerinin üstüne koymuşlar, titreyen elleriyle ayaklarındaki deve

  dikenlerini temizliyorlardı. Sözde dinleniyorlardı, oysa yüzlerine bakınca iki

  büklüm olan belleriyle bir daha da oturdukları yerden kalkmayacak gibi

  görünüyorlardı. Bir taraftan da ekinlerin verimsiz olduğundan bahsediyorlardı.

  ‘’Bu yıl da hiçbir şey kazanamayacağız, ne olacak bu unutulmuş köylerin hali’’

  diyorlardı ve sadece seçimlerde hatırlandıklarına sitem ediyorlardı… Babamı

  görünce şikayete başladılar. ‘’Ah bu unutulmuş uzak köylere kimler sahip

  çıkacak’’ diye…

  .............Ben de dinlemeye başladım, bilmem kaçıncı kırk yaşıydı

  çocukluğumun, alıştırılırken olağanüstü mahrumiyetliğin mahmurluğuna.

  ..............Babam, ‘’her şeyden mahrum olan köy yalnız bizim köyümüz değil,

  bakın bir nefes ötemizdeki Tunceli’ye, Diyarbakır’a, Kars’a, Muş’a, Van’a,

  Tatvan’a ve daha sayamadıklarıma. Yalnız biz değiliz, yakın şehirlerin uzak ve

  unutulmuş köyleri’’ diyerek, ha bire tekrarlıyordu. ‘’Bizler mahrumiyetin

  mağdurlarıyız…’’

 

  ..............Babam anlatırken dikkatimi çeken yüzündeki kederdi... ‘’Bizler

  doyarken mahrumiyetliğin rezilliğine, bizi izleyenler doymadı vezirliğine’’

  dedi… O an tek konuşan babamdı, çünkü o elektriksiz, susuz, yolsuz, bakkalsız,

  vesaitsiz köyde mahrumiyetlikle savaşan muhtardı… Çok uğraşırdı ve sonra

  susardı, nedenini sorduğumda, ‘’sesimin çıkmayışı boğazımın yırtıldığındandır,

  bunu büyüyünce anlarsın’’ derdi… Anladım aslında, o insanların insan gibi

  yaşamasını isterdi…Bilirdi gübresiz ekilen mahsulün zayıflığını, nadassız

  tarlanın kısırlığını. Bilirdi ilkel şartlarda araçsız hasadın zorluğunu. Bütün

  bunların yanında bir de kazandıkları üç kuruşluk mahsülü satmak için şehire

  gidip ofisler önünde gün almak vardı. Bilirdi, kuyruk beklerken elinde bir

  parça yavan ekmekle kaldırım taşlarında kollarını yastık yaptığı günlerin

  ezikliğini...

  Gün alınmaya alınırdı ama bir türlü gelen giden olmazdı, çünkü köyün yolları

  patikaydı...O beklenenler hep yan köye uğrardı, o köyünde yolları patikaydı

  ama genişletildi, çünkü arada millet ayrımı vardı, o köye hep kravatlı

  birileri gelip hatırlarını sorardı...

 

  ‘’Uykularımı kaçırıyor’’ derdi, ‘’komşusu aç yatarken tok yatanın derin

  uykusu''’

  ...............Ben ve kardeşlerimin ‘’ah keşke olsaydı’’ dediklerimize

  karşılık olarak mı söylerdi acaba bu sözü anlayamazdık…Aç nehirler gibidir

  insan, çoğalmak için denizlere koşarken. Oysa deniz daha doyumsuzdur, bilemez

  ki nehir, denizin kolları arasında boğulacağını, kaybolacağını…Çocuk

  olduğumuzdandı, babamın bu sözü de bize ağır gelmişti…Sanki bütün hıncını

  bizden alır gibiydi, ‘’durdurun heveslerinizi’’ derdi, ‘’dikmeyin gözlerinizi

  sizin olmayana, gitmeyin olamadığınıza, varsa hevesleriniz, sabredin durun.

  Olduğunuz yerde, gururunuzda durulun… Bir insan gurura kendini kaptırdı mı

  ondan ayrılmak istemez, o zaman anlar bedavadan kazancın, aşağılık, haksızlık

  ve adilik olduğunu’’ derdi…

 

  ...............Bunları bize neden anlatıyordu ki, suçumuz mahrumiyet

  bölgesinde, tarlada, bağda, bostanda hayata zamansız gelişimiz miydi. Yoksa

  tarlada büyüklerin göbek bağımızı keserken kullandıkları keskin taşta mıydı

  suç. Ve çaputlarla beleyip, şekerli sularla çadır altında karnımızı doyurmaya

  çalışan annelerin miydi, kimdeydi suç. Güneşin kavurucu sıcaklığında

  çiçeklerin bile kuruduğu, testideki suların kaynadığı günlerde, annemin

  kuruyan sütünde miydi. Ağzımıza dolan sineklerin ve beleğimize doluşan

  karıncaların mıydı suç. Yoksa bulunduğumuz mekan mıydı bizi suçlu kılan?

 

  Bize hep ‘’şükredin varlığınıza, şükredin’’ dediler. Susturdular, biz de

  sustuk, hiç istemedik, küsmedik de …

 

  Küskünlüğüm;

  Annemin parmak uçlarındaki kızarıklığa sebep olan kara sacın ekmeğine,

  küskünlüğüm; ocak başında altına aldığı dizleri uyuşurken taş kesen mindere,

  küskünlüğüm; gözlerindeki kızıl kana sebep olan tezeğin dumanına…‘’Bitecek,

  bitecek bir gün bunlar, köylere de şehir ekmeği gelecekmiş’’ dedi annem, kim

  demişse demiş, inanmıştı. İnanmıştım…

  ..............İnandık, bizler ve bizden sonraki gelen okulsuz, elektriksiz,

  yolsuz, susuz, bakkalsız, oyuncaksız çocuklar, Onlar, duvarları kerpiçten

  örülü, odası kireç badanalı, buram buram toprak kokan evlerin toprak kokulu

  çocukları…

  Hep bir sihir beklediler

  Sihir tutar mı? ...

 

  Sihirli bir gözetleme deliğinden görmüşçesine,

  Koca bir elveda size,

  Elveda çocukluğum, elveda hepinize…

 

 
MUSADE ÖZDEMİR'İN YERİNE HOŞ GELDİNİZ
 





HAVA DURUMU
 

Image Hosted by ImageShack.us

DUYURU PANOMUZ
Müsadenizle Müsade Özdemir Cinius Yayınları / Şiir Kitabım Çıktı
•Burayada yazı yaz!...
• yazı yaz
Burayada yazı yaz
Burayada yazı yaz
Burayada yazı yaz


----------------


----------------
Burayada yazı yaz
Burayada yazı yaz
Burayada yazı yaz
----------


DÜNYA HARİTASI
 



 
Bugün 32 ziyaretçi (34 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol